Çağlayancerit kirmen
01:46
Şimdi daha mı rahatız?
Bu günümüze kadar Hayatın acı ve tatlılarını yaşamış birisi olarak sizlerle biraz sohbet etmek istiyorum. Geçim şartlarının çok zor olduğu yokluk ve perişanlıkların bol olduğu piyasada paranın bulunmadığı mazot ve benzin kuyruklarının yaşandığı sıkıntılara rağmen insanlarımız bu günkü kadar stres ve sıkıntı içerisinde değildi. Bunca sıkıntılara rağmen insanlar rahat ve huzur içindeydi.
O günkü yaşadığımız evlerin kimi kayabaşlarında, kimi yüksek tepelerde, kimi bayır dediğimiz yamaçlarda kimi dere kenarlarında yer alırdı. Altmış santim kalınlığında. Duvarları taş ve çamurdu. Bu evlerin kimi otuz metrekare, kimi kırk metrekare, genişliğinde odasız, tuvaletsiz, banyosuz, penceresiz, sobasız evlerdi. Her evin içinde kurna, selamlık ve kucaklık olurdu. Çamur saman karışımıyla sıvası yapılırdı. Üzeri mertek çapkı ve toprak ile örtülü ahşap evlerde huzur içinde yaşadık.
Günümüzde de bu tür evler mevcut olsa da şimdilerde tuvaleti banyosu yapılmıştır. Tüm aile otuz metrekare evde Anne baba aynı yerde; biz çocuklar üçümüz beşimiz bir yorgan altında üşümeyelim diye birbirimize sarılarak uyurduk. Döşeğimiz, terzi kırıntıları. Yorganımız, Çiğitli pamuk, Yastığımıza mısır kabuğu idi. Bizler böyle yaşadık, böyle büyüdük. Amma huzur içindeydik.
Yıllar evveli dört mevsimi doya, doya yaşıyorduk. Şimdi bakıyoruz Temmuz’da bir kar, bir fırtına, havalar aniden bozuluyor. Bir bakıyorsun kışın ortasında Temmuz sıcakları yaşanıyor. Ağaçlar zamansız yeşeriyor. Mevsimler allak bullak. Dünyanın dengesi bozuldu. Şimdi daha mı rahatız? Sözlerime konuyla ilgili bir dörtlük ile devam etmek istiyorum.
------------------------------
Tabiat tamamen değişti bu yaz,
Bir hastalık geldi kurudu kiraz,
Kuşburnu kızarmaz şeftali beyaz,
Sebzenin meyvenin tadı yok bu yıl.
-------------------------------
Şiirin devamını (anlatamadım) kitabımın 123. sayfasındadır
Bakıyorum dünyanın her tarafında Müslümanlar bir birini öldürüyor. Şu üç günlük dünyada neyi bölüşemiyorlar. Diğer milletlerde kıpırtı yok. Ben bunu anlayamıyorum. Türkiye olara ateş çemberi içindeyiz. Savaşa girmemizi bekleyenler var. Dış güçler zaten düşman ama içerdeki iş birlikçilerine ne demeli. Bu gemi batarsa hepimiz bir batarız. Kürt’üyle Türk’üyle Laz’ıyla Çerkez’iyle Ermeni’siyle kenetlenmemiz gerek.
Zamanlar değişiyor akıllı telefonlar dünyayı sardı. Eskiden ekmeğimizi zor kazanıyorduk. Şimdi her ailede on kişi varsa büyüğünden küçüğüne son model akıllı cep telefonları mevcut. Evlerimiz elbiselerimiz radyasyonla bezendi. Kanser hastalıkları çoğaldı.
Soruyorum size şimdi daha mı rahatız? Eskiden hasta olmazdık. Kışın insanlar arada bir grip olurdu. Bu hastalığın ilacı tarhanayı bir tavada kaynatıp içerisine bir avuç kırmızıbiber karıştırarak ağaç kaşıklarla içilir yorgan kafaya çekilirdi. Çünkü kimsede demir kaşık yoktu. Grip haricinde köyümüzde hiçbir hastalık olmazdı. Azda olsa sıtmayla göz ağrısıyla karşılaşırdık.
Geçmiş tarihlerde köyün yolu ve arabası yoktu. Köyde kış şartları çok ağır geçerdi. Üç veya dört metre kar yağardı. Biz bu kış şartlarında da huzurluyduk. Köyde Ağır bir hasta olduğunda komşular toplanır iki ağaçtan salaca yaparak hastayı omzumuza alıp saatlerce kar tepeleyerek söğütlü durağına götürürdük.
Eskiden ekinlerimize, meyvelerimize, sebze bahçelerimize gübre atmazdık. Genelde hayvan zibili kullanırdık. Herkesin evinde kendine yetecek buğdayı, Arpası, Nohudu olurdu. Kimse zahire satın almazdı. Ancak her aile güzden evinin unun bulgurun her türlü yiyeceğini istif ederlerdi şimdi birçok ailede bu tür hazırlıklar tarihe karıştı. Herkes günlük alıp günlük yiyor. Gün bu gündür deyip gününü gün ediyor. Eskiden insanlar daha sağlıklıydı. Ömrümüzde hormonlu sebze meyve yemezdik.
Bağımızda bahçemizde tarlamızda yetiştirir her şeyin doğalını yerdik. Köyde motorlu araç yok iken. Herkesin kapısında bir ineği iki öküzü yükünü taşıyacak merkebi, katırı olurdu. Evin yükünü onlar taşır Odununu dağdan onlar getirirdi. Kapısında merkebi olmayan aile pek az bulunurdu. Köyde elektrik yokken geceleri gazyağı, çıra, lastik kırıntıları yakarak evimizi aydınlatırdık. O günün şartlarına rağmen o günler daha daha huzurluyduk.
Komşu komşusuna karşı küçük büyüğüne karşı saygılıydı. Günümüz insanlarında saygıdan sevgiden eser kalmadı. Üç yaşındaki çocuk altmış yaşındaki insanı ismiyle çağırıyor. Biz çocukluğumuzda büyüğümüzün önünden geçemezdik. Köyde bir kişi hastalansa herkes onu yoklamaya gider halin hatırın sorardı. Bu zamanda ise bırak hasta yoklamayı biri yanında rahatsızlansa ona yardım edemez hale geldik.
Komşuluklar, dostluklar, arkadaşlıklar daha sıkı daha güzeldi. Komşu bir birlerine varır gelir. Sohbetler edilirdi. Şimdilerde pek kimse kimsenin evine gitmiyor. Tırnağı olan kendi başını kaşıyor. Eskiye göre insanların şimdi daha varlıklı daha zengin olmasına rağmen herkes stres ve sıkıntı içerisindeler.
Bizler akşama kadar tarlamızda bağımızda bahçemizde çalışır, akşam eve geldiğimizde yemeğimizi yer ardından doğal ada çayını tavada kaynatır, pekmez ile içerdik. Çaydanlığı ve şekeri bilmezdik. Annemiz gecenin saat üçünde kalkar hamuru yoğurur taze taze gilgil darı ekmeği yapardı. Deri çökeliğini dürüm eder pekmez şerbeti ile kahvaltı ederdik.
Öğünlerde kuru aş, dövme, tarhana çorbası, simit ve mercimek köftesi gibi yiyecekler yerdik. Günümüzde de aynı yemekleri yiyoruz fakat o günkü lezzeti ve tadı bulamıyoruz. Şimdiki gibi soframızda tereyağı, bal, peynir zeytin, çay, somun gibi yiyecekleri rüyamızda bile göremezdik. Bu olumsuzluklara yokluklara rağmen sağlıklı ve daha huzurluyduk.
Eskiden köyümüzde radyo, televizyon yoktu. Yıllarca dünyadan habersiz ve huzurlu yaşadık. Alo denen şey hiç yoktu. Yine huzurluyduk. Bir yere bir haber gidecekse bir tanıdık gönderilirdi. Aloların rahatlığı yüzünden evimizin bir odasından diğer odasına gitmeye erinir olduk. Rahatlığa alıştık hantallaştık. Şimdiyse her işimizi alo ile hallediyoruz.
Zamanında köyde Demirci Salman lakaplı komşuda büyük bataryalı bir radyo vardı. Harici anten ile çalışırdı. Damın üzerine on beş metre bakır kaplo çekilir bir ucu bakır tele diğer ucunu radyoya takarak genelde ne idiği belisiz bizim radyo denen radyoyu dinlenirdik.
BİZİM RADYO:
1959 Yılında “Bizim radyo” diye bir radyo yayını vardı. Nerden yayın yaptığı bilinmiyordu. Akşamları saat 8.30’ da sabahları 8 de günlük yarım saat haber verirdi. Bu radyo Türkiye’nin hakkında ve zamanın hükümeti rahmetli Adnan Menderes’in hakkında dedikodular yapıp hükümete karşı tehditler savururdu. “Şu kadar ömrünüz kaldı yakında biteceksiniz.” gibi sözler ederdi. Sonunda bizim radyonun dedikleri olmuştu. Çok sürmedi ihtilal oldu. Adnan Menderes’i ve üç arkadaşıyla birlikte idam ettiler.
Aşık Ali ATAŞ
Etiketler:
Aşık-Ali-Ataş
04:57
1975 yılında idi. İstanbul’daki Osmanlı Arşivi’ne araştırmalar yapmak üzere yolum düştüğünde, 998 no’lu Anadolu’nun bu arada Maraş ve Adana yöresi aşiretlerinin kayıtlarının yer aldığı defter önüme geldiğinde ne kadar heyecanlanmıştım. Koyu sarı kağıtlar üzerinde parlayan simsiyah mürekkep yazıları...Ve kağıtların kenarlarında beliren kahverenkli benekler, defteri kaplayan siyah deri cilt nerede ise 500 yıl gibi uzun bir zamandır bilgilerin yok olmamasını sağlamıştı. 1530 yılında yazılan defterdeki bilgiler Adana ve Maraş bölgesinin sosyal yapısını aydınlatıyordu. Aynı defterin 451 ve
Horasandan Çukurovaya Cerit Aşiretinin Göçü
-Çukurova’da, Ceyhan nehri kıyısında ve Osmaniye yöresinde kalabalık olarak Cerit Türkmen aşireti yaşar.
-Cerit aşiretinin iyi at koşturan “cirit oynayan” geleneklere sahip oldukları da bilinir.
-Osmanlı defterlerinde Ceritler hakkında ayrıntılı bilgiler vardır.
Çukurova’nın her yerinde “Ben Cerit’im” diyenlere rastlanır. Ama onların yoğun olarak yaşadıkları köyler, Ceyhan ilçesi kuzey kıyılarındaki köylerdir. Cerit aşireti’nin yaşlılarının hafızalarında kalan bir hatıra vardır: -Bizler Horasan’dan göç ederek gelmişiz.. Horasan’dan göç etme olayının tarihini kimse tam olarak bilemez. Ortaasya’nın İran’a bakan sınır bölgesinin de adıdır, HORASAN... Kısa boylu, hızlı kaçan Arap atları ile yapılan göçlerde “at oyunlarını” en iyi bilenler olduğunu da düşünebiliriz.
Anadolu tarihinin gündemine Dulkadirli Türkmenleri içindeki yörük topluluğu olarak girdiler. Mogol saldırıları esnasında Suriye sahillerine sığınan onbinlerce çadırlık Bozok’lu Türkmenler içinde Ceritlerde vardı. Dulkadir beylerinin l290’lı yıllarda Elbistan’ı ele geçirerek kendi beyliklerinin temellerini atmaları, daha sonra da Maraş’ı ele geçirip büyümeleri arkasından da Memluklu Devleti’nin beraberlerinde Halep Türkmenlerini de alarak “Ceyhan nehrini fetih” politikalarını yürürlüğe koymaları üzerine Çukurova’yı Ermenilerden ele geçirmek için kanlı mücadeleler başladı. 1340 ve 50’li yıllarda Ceyhan nehri sahilleri, Tell Hamdun olarak da bilinen Toprakkale Türkmenlerin eline geçti. Çukurova’nın ortayeri Sis-Anavarza Toprakkale 14. yy ortalarında Dulkadirli ile Ramazanlı arasında adeta sınır gibiydi. Çukurova’nın kuzeyini Bozoklar, güneyini de Üçoklar’dan Yüreğir bey ve kendisine bağlı aşiretler ele geçirdiler.
YÖRÜK OLARAK DEFTERE YAZILDILAR
1975 yılında idi. İstanbul’daki Osmanlı Arşivi’ne araştırmalar yapmak üzere yolum düştüğünde, 998 no’lu Anadolu’nun bu arada Maraş ve Adana yöresi aşiretlerinin kayıtlarının yer aldığı defter önüme geldiğinde ne kadar heyecanlanmıştım. Koyu sarı kağıtlar üzerinde parlayan simsiyah mürekkep yazıları...Ve kağıtların kenarlarında beliren kahverenkli benekler, defteri kaplayan siyah deri cilt nerede ise 500 yıl gibi uzun bir zamandır bilgilerin yok olmamasını sağlamıştı. 1530 yılında yazılan defterdeki bilgiler Adana ve Maraş bölgesinin sosyal yapısını aydınlatıyordu. Aynı defterin 451 ve 452’ sayfalarında yer alan CERİD TAİFESİ (obalar topluluğu) yanında Zülkadir yörükleri oldukları da belirtilmişti. Yörük, mevsim şartlarına göre devamlı hareket eden... Kış aylarında daha ılıman buldukları Çukurova’ya, Anavarza dağı eteklerine, Ceyhan nehri kıyısına inen... Yaz bahar ayları geldiğinde Andırın veya Kozandağlarından Torosdağlarının serin sulu yaylalarına göç eden insanlar... Onlar için “konar-göçer” tabiri de yapılır. Çobanlarının kepenekleri, develerinin çanları, köpeklerin boyunlarına takılan tasmalar, güzellerin başlarına taktıkları akçalı pul pul paralar, aynalı kemerler... Bazan dokuz direkli, ünlenmek içinde kırk direkli olarak yapılan aşiretin bey çadırı... Avlanmak için kafeslerde tutulan keklikler... Oklar, kılıçlar, kargılar, cidavlar... Kadınların “ekmek yaptıkları eta’lar... Velhasıl davarları, köpekleri, insanları, atları ile göç yapan CERİTLER’in göçüne 54 oba, 1636 nefer katılıyordu. Göç esnasında din hizmetlerini sürdüren 5 İmamları, devlet ile ilişkileri sürdüren 9 muhtarları (kethüdaları) vardı. O günlerin Maraş ve Adana kanunnameleri (yasaları) de yörüklerin, Türkmenlerin, köylülerin ilişkilerine göre düzenlenmişti.” Davar tahıla girerse ne olur? sorusuna cevap arayan kadılar, gerekli deliller ve şahitler huzurunda zarar ziyanı hesap ettirir, sahibine de ödetirdi.
Cerit yörüklerinin oba isimleri deftere şöylece kaydedilmişti: Kocahacılı, Bağlular, Digerbalı, Keçili, Arbanlı, Tabaklı, Zeytinli, Küçükhacılı, Sofuluoğlu, Sultanhacılı, Kulak, Cerid (küçükkuzgun köyü), Delili, Kamalı, İbişli, Dalkılıç, Söylemezli, Sarıoğlu, Koşmazlı, Karamallı, Zekirbalı, Karlak, Arbanlı, Bozatlı, Ferşuran, Şeyhfehimler, Ceridbayır, Diğerbayır Ceridi, Turali, Ferişderenli, Bayramlı, Bağzablı, Karahasanlı, Baraklar, Sablı Hacı, Ceridler, Almalı, Maskaroğlu, Küçükalioğlu, Çekim, Küçükhacılı, Katipoğlu, Arablı, Çeldemli, Gökkadını, Dedehacılı, Şekerbeyoğlanları, Çandarlı, Kondurlu, Veledan... Devlet hesabına da her yıl 83220 akça vergi vereceklerdi. Ceritler, hangi Oğuz/Türkmen boyundan olduklarını unutmuşlardı. Sadece yaylak, kışlak yurt yerleri arasında konup göçüyorlardı... Ve onlara da YÖRÜK deniliyordu.
Kaynak: Cezmi YURTSEVER, Çukurova Türkmenleri kitabı.
Etiketler:
tarih
04:01
Ceviz Sera Gazını Azaltıyor
Ceviz yaprağı Karbon Sülfür gazı salgılar. Bu gaz, havadaki diğer gazlardan ağır olduğu için cevizin altına iner. Yazın sıcakta cevizin kaba gölgesine oturan insan, haliyle bu gazdan etkilenerek biraz sersemler. Cevizin kaba gölgesinden dolayı dibinde ot bitmediği de görülünce cevizin zehirli gaz salgıladığı düşüncesi ağırlık kazanır. Kesinlikle bu doğru değildir. Bugüne kadar cevizin dibinde oturan insanın veya yatan hayvanın öldüğü duyulmamıştır.
- CEVİZİN ALTINDA OT BİTMEZ ( YANLIŞ )
- CEVİZİN ALTINDA OTURULMAZ ( YANLIŞ ) - CEVİZ SERA GAZINI AZALTIR ( DOĞRU)
Grafik’ te görüldüğü gibi, cevizin insanı öldürdüğü değil tam aksine yaşattığı bilimsel olarak da ispatlanmıştır. Öte yandan ceviz ağacının, sera gazını oluşturan Karbondioksiti emerek OZON tabakasındaki deliğin büyümesini ve küresel ısınmayı engellediği görülmektedir. (Reyhan OKSAY, Cumhuriyet Bil. Tek. Der.) Diğer yandan ABD Ulusal Birlik Akademisi’ nin açıklamasına göre; Karbondioksit ve Metan gazları, 12000 yıl uygun bir düzeyde kaldıktan sonra 20. yüzyıldan başlayarak keskin bir yükseliş sonucu sera etkisi yapmaya başlamıştır ( 24.06.2006 Tarihli TRT Teletex’inin 166. sayfası)
|
Kaynak : ceviz.com
Etiketler:
ceviz
14:00
İki Kaymakam
Begdili Boyundan..
Rakka isyanından sonra İç Anadoluya saçılan büyük cerit aşiretinden..
Kırşehirin Hamit köyü Silsüpür Cerit Beylerinden..
iki Kaymakam
Viranşehir Kaymakamı Dogan GÜRBÜZTÜRK-Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey
Bir Gazete Haberi…
Urfa ,Viranşehir..
Kaymakamlık makamında
Kaymakam’a rüşvet vermek isteyen.. yolsuzluk sanığı..
Üç şahıs derhal tevkif edildi..
Kaymakam Dogan GÜRBÜZTÜRK Bakan ve ilgililer tarafından tebrik edildi..
(3 gün sonra)
Bir Gazete Haberi…
Viranşehir Kaymakamı Doğan GÜRBÜZTÜRK,
Arazi bölüşümünde Çıkar ve rüşvet çökertilmesi için
Mücadele ettiği bir zamanda..
21 Mayıs 1967 Pazar günü saat..16.00 civarında..
Muammalı bir şekilde Ölü olarak bulunmuştur..
Oğuzların Bozok _Bozulus_ kolunun Dulkadirli * *Zulkadirli yada Zülkadriye diye anılan bu şehir 1931 yılından sonra Maraş adını almıştır..
Türkmen Federasyonu içinde yeralan..
Begdili Boyundan..
Rakka isyanından sonra İç Anadoluya saçılan büyük cerit aşiretinden..
Kırşehirin Hamit köyü Silsüpür Cerit Beylerinden..
Milli Mücadeleyi Anadoluda Bogmak için İstanbul tarafından Anadoluya gönderilen..
Ankara Valisi Mühittin’i keskin_ Kılıçlar Belinde..pusu ile yakalayıp..
(Sıvas’a) Mustafa Kemal Paşa’ya Teslim eden..
İnönü savaşında..
Kuvva-i milliye’ye 500 cerit süvarisi ile bizzat katılan..
Rıza Beyin (Silsüpür ) babası..
Halil Silsüpürün Torunu…
930 Kırşehir Hamit köyü doğumlu..
İlk okulu.. Keskin Cumhuriyet İlkokulunda ..
Orta okulu..Kırıkkale Orta okulunda..
Liseyi… Haydarpaşa lisesi ve Kars Yatılı lisesinde Okuyan..
1957 Mülkiye Mezunu..
Yigit Mülkiyeli Abimiz ..
Doğan GÜRBÜZTÜRK..
Cerit atalarının..
Defalarca Osmanlı tarafından sürgüne gönderildigi..
(Rakka)* Urfa Viranşehir’e bu kez Cumhuriyetin bir Kaymakamı olarak *Rakka=Urfanın arapça eski adı..
Gönderilmiş..
Gider gitmez yıllarca kangrene dönüşmüş arazi bölüşümünü çıkmaza sokan rüşvetçiler ve çıkarcılarla mücadeleye girişmiştir..
(Fikret Otyam Çok ihtiyatlı bir dille..)
Rüşvetçi ve çıkarcı aşiretle verdigi yılmaz hukuk mücadelesi nedeniyle bu çevrelerce al’ınan..* Al= hile ile
Bogularak öldürülmüş..
Bilahare intihar süsü verilmiştir.. der..
…..
Bir Küçük Şiir…
“Muammalı” ölümü ile ilgili
Kardeşleri Dedilerki..
Kor gibi ışıldayan gözleriyle..
O bir Doğan’dı..
Türk Kalesinde yalınkılıç bir kahramandı..
Nemrudun puşt zulasındaki..
Kara örümceğin ağına..
İbrahim misali düştü kaldı..
Bilmezdi ki..
Her sona eren gün..
Kalleşe dost.. Yiğide Düşmandı..
Burası Mezopotamya.. Burası Harrandı..
Toprağı İhanet …
Gözyaşı Kan’dı…
Mülkiyeli Abimiz Silsüpür Beyi..
Doğan GÜRBÜZTÜRK.. ..
Seni de Unutmayacağız..
Tıpkı Bogazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi..
Hoşcakalın Dostlar..
Sevgi Saygı ve Selamlar..
Mekan DEMİRKAYA/ 11.10.2010 tarihli yazı.
Etiketler:
tarih
13:00
Anadolu'daki
Türkmen oymaklarından "Cerit" oymağının tanıtıldığı bu yazıda,
Ceritlerin yaşam biçimleri, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri hakkında
bilgiler bulacaksınız. Ayrıca Ceritlerin sözlü geleneklerini de manzum olarak
bu yazıda bulabilirsiniz. Ceritler 1692 yılında yaşamış Urfa ve civarında
yaşamış, 19. yüzyılda Anadolu'nun çeşitli yerlerin de iskanları tamamlandı.
Baki Yaşa ALTINOK (Araştırmacı-Yazar)
Hamitli Rıza Bey
Silsüpüroğlu Mahir ve Karaca Bey
Silsüpüroğlu Yusuf Bey
Silsüpüroğlu Doğan Gürbüztürk
Rakka ve Orta Anadolu Ekseninde Bir Oymağın Tarihi
Orta
Asya'dan gelip Anadolu'yu yurt tutan 230 oymak, 1500'u aşiret ve 5800'ü de
cemaat olmak üzere 7230 dolayında Türkmen oymak, aşiret ve cemaat
bulunmaktadır. Kırşehir ve yöresini yurt tutmuş irili ufaklı 450 Türkmen
aşiretinden biride Oğuzların bozok koluna mensup Beydili boyudur. Dulkadirli
Beyliğini teşkil eden cemaatlerin çoğunluğu Bayat, Avşar ve Beydili
boylarında idi. 1520 - 1570 tarihlerinde Beydili, aralarında Ceridlerin de
olduğu bir çok obayı barındırmaktadır.(1)
Anadolu'ya
geldikten sonra şimdiki Şanlıurfa’nın Karacadağ yöresinde ilk önce Akkoyunlu
devletine, daha sonra da Dulkadir beyliğine bağlı olan Beydilli, Bozulus'un
1613'de dağılması üzerine, bir kolu Gaziantep, Maraş, Kayseri üzerinden, diğer
bir kolu da Toroslardan Adana, Karaman, Aksaray’ı takip ederek Kırşehir merkez
olmak üzere tekrar Orta Anadolu'ya ulaşmışlardır. (2)
Yerleşik
düzene geçmiş hâlkın şikâyetleri üzerine 1690-1691 yılında Beydili boyu, bütün
obaları ile birlikte şimdiki Suriye bölgesine sürülmüşlerdir. Rakka
bölgesindeki köyleri harap eden yağmacı Tay ve Urban Araplarına karşı
Anadolu'daki Beydili obalarını Belih ırmağının Harran altındaki Akça-Kale'den
Rakka'ya kadar uzanan bölgeye yerleştiren Osmanlı, Beydili ile diğer bir çok
oymakları da Urfa'nın doğusundaki Colab ırmağı kıyıları ile Boz-âbad ve
Urfa'nın diğer bölgelerine yerleştirdi. Böylece kendisine boyun eğmeyen bu
Türkmenlerden kurtulmuş oldu. (3)
Musacalu,
Cerid, Avşar, Köşekli, Boynuinceli ve Karacayurt Türkmen oymakları da bunlar
arasındaydı. Devlet sert ve ciddi tedbirler almasına rağmen, bütün bu oymaklar
aynı yıl içerisinde Anadolu'ya geri kaçtılar. Çünkü bu bölgeler, Türk
oymaklarının yerleşebileceği Anadolu'daki serin yaylaların coğrafi yapısında
bir yer değildi. Toprağı verimsiz kuru ve susuz olduğu gibi, kavurucu çöl sıcaklarının
hüküm sürdüğü bir yerdi. Rakka bölgesi Arap kabileleriyle Türkmenler arasında
geçen savaş türküleriyle dolu olduğu gibi, Türkmen oymaklarının adeta bir
sürgün yeri idi. (4)
Bu
sürgünde en büyük ıztırabı Beydili ve ona bağlı oymaklar çekmiştir. Yine bu
olaya dair acı hatıralar, Kırşehir başta olmak üzere Keskin yöresinde hâla
yaşatılmaktadır. Aşağıdaki türkü bunun acı bir kanıtıdır.
Toplandık
aşiret geldik Colab'a
Başmızda
esen boran değil mi?
Şahin
Bey, Karaca konduk yanyana
Hacı
Ali'nin yurdu Seylan değil mi?
Urumdan
öteye yığnak düzüldü
Aşiretler
isim isim yazıldı
Koca
Berk Ağa'nın bendi bozuldu
Cerit
onu tozlu duman değil mi?
Kurt
Karaca Ulaşlı'nın beyine
O da
kondu Şahin Bey'in sağına
Firkat
girdi Ağca-Kale dağına
Yusuf
Paşa cana kıyan değil mi?
Misis'ten
göçünce Irakka yolu
Anavarza
üstü Bayındır eli
Perişan
düştü de koca Badili
İstanbul
belimiz kıran değil mi?
Süleyman’ım
haymalarım kurulsun
Çekilsin
sancaklar aşret derilsin
Gündeşlioğlu
destan olsun çığrılsın
Firuz
Bey'in yurdu Ören değil mi?
1696'da
ikinci kez Rakka'ya sürgün edilen Türkmenler, şimdiki Suriye çöllerinin
sıcağına dayanamayıp tekrar Anadolu`ya geri kaçtılar. Rakka beylerbeyi Ahmed
Paşa Türkmenlerle baş edemeyince görevinden alındı ve Bozok-Çorum sancak
beyliğine atandı. Rakka valiliğine "Başkomutan" payesi verilen
Anadolu müfettişi Yusuf Paşa tayin edildi.
Yusuf
Paşa, büyük bir askeri birlikle yerlerini terk eden Türkmenleri Rakka'ya geri
göndermek için harekete geçti. Yusuf Paşa, Kadıoğlu namıyla bilinen Kürtlerden
Bektaş Bey'in oğlunu Türkmenlere gönderip "Rakka'- ya iskan giderlerse ne
ala, gitmezlerse padişahtan gelen ferman gereği hepsinin kılıçtan
geçirileceğini" bildirdi.
Rakka'ya
iskan edilmeyi reddeden Beydililer düzenli Osmanlı ordusunun üzerlerine
geldiğini görünce direnmek için isyan ettiler. Yusuf Paşa'nın kuvvetleriyle
savaştılar. Beydiliye destek veren Mamali aşiret reisi Deveci Ali ile Paylı
namıyla bilinen Rişvanli Halil Bey'in arasına nifak sokan Yusuf Paşa, Payli
Halil Bey'e Mamali aşiret reisi Deveci Ali'yi tuzağa düşürtüp öldürttü. (5) İç
çekişmelerden zayıf düşen Beydili aşireti Yusuf Paşa'ya yenildi. XVII yy.
Türkmen aşiretleri arasında yaşayan Ozan Budala bu olayı şöyle dile
getirmiştir.
Seksen
bin haneyle isyan edince
Anadolu
benim dedi Beğdili
Kadoğluyla
Yusuf Paşa gelince
Paylı
Mamalı'yı vurdu Beğdili.
Kara
bayrak salak kanlı salaca
Aşiretin
ucu vardı Maraş'a Y
etişti
imdada beğ Kurd Karaca
Zor ile
yollara durdu Beğdili.
Davullar
döğündü çekildi sancak
Koç
yiğit atına bağlandı ponçak
Deveci
Ali öldü kırıldı kolcak
Eylenip
Colap'ta kaldı Beğdili.
Ali
Beyim on batman gürz atardı
Kurd
Karaca bir orduya yeterdi
Cerid
Bekir al kanlara katardı
Nice
alayları yardı Beğdili.
Suluca
Karahöyük belli yurtlan
Aldı
beni Beğdili'nin dertleri
Çöle
düştü Beğdili'nin kurtları
Rakka
çölünün kurdu Beğdili.
Taylı
uğrun uğrun çaldı kalemi
Urbanoglu
Yusuf Paşa gulamı
Beğdili'nin
name tuttu alemi
Zorunan
Rakka'ya vardi Beğdili.
Budala'm
der ne olacak hâlimiz
Ara
yerde telef oldu elimiz
Bundan
sonra Rakka'dır yolumuz
Rakka'ya
sürgün oldu Beğdili.
Şiirde
adları geçenlerin dışında, bu dönemde Beydili içindeki obaların başında tespit
edebildiğimiz şu beyler bulunuyordu. Firuz Bey oğlu Şahin Bey, Cafer Bey, Kenan
Bey, Kurd Bey, Ömer Bey, Hasan Bey, Murtaza Bey, Ganem Bey, Karakoyunlu Battal
Bey. İsyanın elebaşıları olduğu bildirilen otuz Türkmen beyi idam edildi. (6)
İdam edilenler arasında Şahin Bey'in olduğunu şık Süleyman şu mısralarla dile
getirmektedir.
Yusuf
Paşa tuğlu fermanlı vezir
Sâf
tutmuş ordusu emrine hazır
Bağlandı
derbentler bulundu kusur
Uyan
Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat
girdi aslanların yurduna.
Duman
almış şu görünen dağları
Zalim
kırmış goncaları gülleri
İpe
gitti obaların beyleri
Uyan
Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat
girdi aslanların yurduna.
Hilibaz
feleğin bize mi kasti
Aslana
sığarmı tilkinin postu
Aşiret
direği kara gün dostu
Uyan
Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat
girdi aslanların yurduna.
Rakka'dan
Colab'a döküldük yola
Kesilen
kelleler gelmiyor dile
Suçumuz
ne idi sürüldük çöle
Uyan
Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat
girdi aslanların yurduna.
Süleyman’ım
ne olacak hâlimiz
Urumeli
bekler oldu yolumuz,
Kırıldı
belimiz Firuz Beyimiz
Uyan
Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat
girdi aslanların yurduna.
Bazı
Türkmen beylerini yanına çeken Yusuf Paşa, Beydilileri önüne katarak mal,
yiyecek ve davarlarıyla birlikte tekrar Rakka'ya sürgün eyledi. Halk bu konuda
şöyle bir destan anlatır.
Türkmen
beyleri kılıçtan geçirilmiştir. Bu sırada kocası öldürülen Beydili aşiret
reisinin hanımı üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden endişe
duyan kadın, sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya götürür
bırakır. Bir kaş yıl sonra Beydili aşireti sürgünden eski yurtlarına döner.
Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider, gördüğü
manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin baş parmağını
emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından korunup
beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye başlar. Gun
batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç oğlunu alıp
çadırına dönen ana, karayağız kıllı oğluna Kurd Karaca, İnce uzun sırım gibi
oğluna Cerid, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye isim verir. Daha
sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları, 'Boynuinceli',
Karacakurd' ve 'Cerid' olarak anılır. Konumuz olan Ceritler'in soyunun bu
koldan geldiği söylenir. Ozan Kul Sadun, Rakka'dan Anadolu'ya gelenlerden
aşiretleri şöyle sual eder.
Rakka
çöllerinde gelen gaziler
Acep
Karacayurt geri döndü mü?
Yenile
bit haber duydum oradan
Cerid
Bekir oldu derler oldu mu?
Cerid
Bekir öldüyse kırıldı kilit
Çöktü
üstümüze bit kara bulut
Köçekli
Kerim'le, Bayındır Halit
Kolu
bağlı cellatlara durdu mu?
Kul
Sadun'um bize çok oldu cefa
Hükmümüz
geçerdi şu kaftan kafa
Ulaşlı'nın
oğlu Hacı Mustafa
Alayları
bölük bölük böldü mü?
Suriye'nin
Halep vilâyeti Rakka ilçesine sürgün edilen Türkmenler'in Cerit oymağı, çölün
sıcağına dayanamayıp Orta Anadolu'daki eski yurtlarına dönmeyi arzulamaktadır.
Bu sırada Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan Urban Araplarının reisi
Ceritler'den Fettah Beyi'n kızına talip olmuştur.
Rakka'dan
Toroslara, oradan da Kırşehir’e doğru yola çıkan Silsüpüroğlu aşiretinin mensup
olduğu Ceritler, önlerine çıkan Urban Araplarını yenip yollarına devam
etmişler. Antakya Reyhanlı Türkmen beylerinden Mürseloğlu namıyla bilinen bir
bey, Ceritlerden yol geçit parası istemiştir. Fettah Bey'in, biz fakir aşiretiz
paramız yok demesi üzerine Mürseloğlu, paranız yoksa Ceritlerin güzel kızları
olur, para yerine kız verin demiş. Fettah Bey, biz Araba kız vermemek için
nice savaşlar verdik deyip öneriyi reddetmiş ve savaşa başlamıştır. Kul Sadun,
bu olay şöyle dile getirmiştir. (7)
Gel
edek gavgayı etme bahane
Kuzgunun
cırnağı değmez Şahana
Mürseloğlu
sığdırmazlar cihana
Kolu
bazlı delilerim var iken.
Döndün
mü dönesi benden yüzünü
Fettah
beyim kara yazar yazını
Mürseloğlu
ister Cerit kızını
Aslan
gibi yiğitlerim var iken.
Kul
Sadun'um seçelim mi yozları
Dar
edeyim şu konduğun düzleri
Sana
yar olur mu Cerit kızları
Gözü
kanlı Ceritlerim var iken.
Mürseloğlu'nu
yenilgiye uğratan Ceritler, yolda Fettah Bey'i yitirmelerine rağmen, yollarına
devam etmişlerdir. Fettah Bey'in ölümü aşirette derin üzüntüye neden olmuş bir
çok ağıtlar söylenmiştir.
Atım
var atlar içinde
Demir
nalları kıçında
Eller
göç etti gidiyor
Fettah
Bey'im yok içinde.
Bu
sırada, Osmanlı yöneticileri tarafından kandırılan Avşarlar, Ceritler'in onunu
kesmek için Nizip yakınlarında pusu kurmuşlardır. Osmaniye-Bahçe ilçeleri
arasında Ceritler'i takip eden Avşarlar, Ceritler'e saldırmış, çıkan kavgada
Avşarlar büyük kayıplar vermişlerdir. Avşarlar buraya hâlen "Kanlı
Geçit" demektedirler. Ozan Dadaloğlu kavgayı şu dizelerle dile
getirmiştir. (8)
Cerid'in
göçü de üğründü geldi
Avşar'ın
gafleti sinemi deldi
Gözü
kanlı yiğit komadı kırdı
Boz
Kartal'a pay pay oldu ölümüz.
Cerid'in
uyluğu duruyor atta
Avşar'ın
hopuru çıktı Yarsuvat'ta
Biz bu
öğüt ile kurtulmak dertte
Nerde
kaldı akıllımız delimiz.
Dadaloğlu
bu iş böyle olmadı
Akıllımız
delimize uymadı
Bre
Cerid burda yerin kalmadı
Urumeli
Kırşehir’dir yolunuz.
Galip
gelen Ceritler, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu'ya gelip
yerleşmişlerdir. Türkmenler'in Cerit oymağına mensup Ozan Kul Yusuf bu olay
aşağıdaki dörtlüklerinde bize şöyle aktarmıştır.
Cerid
Rakka'dan sökün edince
Açılsın
Urum'a yolu Cerid'in
Silsüpüroğlu
Fettah Beyim ölünce
Kırıldı
kanadı kolu Cerid'in.
Toplansın
aşiret birlik olalım
Biz bir
zaman Elbeyli'den kalalım
Konuşalım
bir karara varalım
Bozulmadan
gitsin eli Cerid'in.
Yüz
atlımız daim ileri gitsin
Sağına
soluna çok dikkat etsin
Pılışka
vermeden menzile yetsin
Ziyarette
açsın yolu Cerid'in.
Sineği
çok Nizip ovasına varmayın
Pusu
vardır Şar dağına girmeyin
Urbanoğlu
kız istiyor vermeyin
Koklatman
yadlara gülü Cerid'in.
Koç
dağına çıkdığımız duyarlar
Her
tarafa çaşıt pusu kurarlar
Mürseloğlu
seni neye sayarlar
O zaten
ezelden kulu Cerid'in.
Seyfe'nin
karşısı koca cebeldir
Cebeli
aşınca seyfü seferdir
Yüz
atlımız bin atlıya bedeldir
Dönerse
silaha eli Cerid'in.
Pusuya
düşmeyin düz edin yolu
Sıcağa
vurmayın evlad ayali
Varıp
konacağın Kırşehir eli
Keskin'de
yayılır malı Cerid'in.
Ali
Bey'in pek tatlıdır sözleri
Fettah
Bey'in köşek gibi gözleri
Burnu
hızmalı da Cerid kızları
Deli
etti Kul Yusuf'u dili Cerid'in.
Cerit
aşiretinden Silsüpüroğlu Fettah Bey'in oğulları bir müddet Orta Anadolu'da
kaldıktan sonra devlet tarafından tekrar Toroslara sürülmüşlerdir. Ceyhan
yöresinin havasını beğenmeyen Fettah Bey'in oğlu Ali Bey, kardeşi Mithat'tan
ayrılarak Yozgat'ın Müminli köyüne yerleşmek istemiştir. Buna rıza göstermeyen
yöre hâlkı olayı Çapanoğlu Ali Rıza Bey'e şikâyet etmişler, Çapanoğlu,
Silsüpüroğlu Ali Bey'e bölgeyi derhâl terk etmeleri için bir mektup yazmış,
mektubu kendisine bağlı 50-60 kişilik bir kolluk kuvvetiyle göndermiştir.
Mektubu getiren Çapanoğlu'nun adamları tehditkar bir tavırla, "Derhâl
burada dağılın" diye ihtarda bulunmuşlar. Ali Bey de, "Biz unlu bir
aşiretiz eskiden beri buralar bizim babalarımızın yurdu, biz yurtsuz yuvasız
kimseler değiliz, Çapanoğlu’na söyleyin bize bir yer göstersin de orada
oturalım." demiş ise de gelen adamlar "Biz sizi dağıtmasını
biliriz" deyip Ali Bey'in üzerine yürümüş, Bunu gören Ali Bey ve adamları
kilylarına sarilip bunlan perişan etmişler. Kanlı çarpışmadan kaçıp kurtulanlar
durumu Çapanoğlu’na haber vermiş, Çapanoğlu büyük bir kuvvet yollayarak
"Bunları bu bölgeden atın darmadağın edin" demiş, Bir kaç gün sonra
Müminli köyüne gelen Çapanoğlu'nun adamları, Silsüpüroğlu Ali Bey'in Denek
dağının Kuşburnu yaylasına gittiğini öğrenince, Ali Bey'i takip edip
kuşatıyorlar. Bir kaç yüz adamıyla kavgaya giren Ali Bey, önüne kattığı
Çapanoğlu'nun kuvvetlerini kıra kıra Delice ırmağının yakınındaki Azgın dağına
kadar takip etmiştir. (9)
Ali
Bey, Kuşburnu yaylasında iken Köşekli aşiretiyle birleşip Çapanoğlu’nun
kuvvetlerini bir ziyafet esnasında basıp perişan etmiş, kaçanlardan ilk
varanlar Çapanoğlu’na durumu olduğu gibi anlatmışlar, ikinci kol ise
Çapanoğlu’na yaranmak için hiç bir şeyden habersiz yaşlı Köşekli Kadir Bey'i
öldürüp başını da bir Çapanoğlu’na getirmişlerdir. İki tarafı da dinleyen
Çapanoğlu, gerçeği öğrenince ihtiyar Kadir Bey'in başını getiren gruba
"Yaşlı bir adamı öldürmek erkeklik değil." deyip hepsinin oracıkta
başını vurdurmuştur. (10)
Kendisi
için tehlikeli gördüğü Silsüpüroğlu Ali Bey'i Padişaha şikâyet eden Çapanoğlu,
bir bahane ile aşiretin bu bölgede sürgün edilmesini Padişaha arz etmiştir.
Şam'daki isyanı bastırmakla görevlendirilen Ali Bey, Padişahın gönderdiği
fermam alınca derhâl yola koyulmuş, dam isyanın bastıran Ali Bey ve aşiretinin
beğendiği topraklarda oturmasını padişah o günden sonra serbest bırakmıştır.
Silsüpüroğlu Ali Bey'in başkanlığında eski yurtlarına dönen Ceritler,
Kırşehir’in Hamit köyü merkez olmak üzere Keskin ve civarını yurt tutmuşlardır.
Bir Türkmen topluluğu olan bu aşiret, tarihte bir çok ünlü adamlar
çıkartmıştır. Bunlardan birisi de Hamit'li Rıza Bey'dir.
Bu
sırada toplu ölümlerin olduğu bir hastalıktan Silsüpür Ali ve Mehmet beyler
vefat etmiş. Mehmet Bey'in hanımı ve Köşekli aşiret reisi Hamza Bey'in bacısi
Hüsne kadın ölen beyler ve yetim kalan oğlu Halil için şu ağıdı yakmıştır.
Şu
görünen bebrininin höyüğü
Ali
bey, Mehmet bey aşret büyüğü
Kara
kaş altında sırma bıyığı
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Pencereden
düşen ayın ışığı
Irgalanır
Halil'imin beşiği
Bu yıl
beylerde mi olum keşiği
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Bakın
gözümün yayına
Keklik
olup ötüşüme
Ağa
yarim at oynatır
Şu
dağların yokuşuna.
Öremedim
dor atının örkünü
Sayamadım
ben beyimin kırkını
Sandığa
bastım da samur kürkünü
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Yüce
dağ başında bir kuzu meler
Kuzunun
firkatı bağrımı deler
Halil'im
pek küçük kim çözer beler
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Acı
poyraz esti kokumu soktu
Bir tek
dikmemin de boynunu büktü
Aşiret
içinde lift beyler tekti
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Evimizin
onu kulluk
Siyah
saçım örgü belik
Kurban
olam anam bacım
Yakışırmı
bana dulluk.
Değirmene
varsam nöbet alamam
Dilim
varıp beyler oldu diyemem
Başım
sığıp konaklara giremem
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Beyimin
bıyığı karalı simden
Camadan
giymiş de sırf safi yünden
Hevesim
almadım şu ölen beyden
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.
Al elma
dalında san zerdali
Bulamadım
yapışacak bir dalı
Halil'im
küçük te Urhuya'm yeni
Ağlatman
Halil'imin Türkmen anasın.(11)
Ağıtta
adı geçen Halil Bey, Ankara valisi Muhittin'i yakalayıp Atatürk'e gönderen
Hamitli Rıza Bey'in babasıdır.
Hamitli Rıza Bey
Hamit'li
Rıza Bey'in babası şair Halil Bey, Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Mehmet
Bey'in oğludur. Anası Köşekli aşiretinden Hamza Bey'in bacısı Hüsne kadındır.
Halil
Bey (1274 ) 1858'de Kırşehir’in Hamit köyünden doğmuş ve 5 yayında köy hocasına
giderek okuma yazma öğrenmiştir. Kırşehir eşrafından olan dayılarının yanında
Kırşehir Rüştüyesinde tahsilini tamamlayıp Akpınar köyünden Ali Efendi namıyla
bilinen değerli bir hocadan icazet aldıktan sonra baş tahsildar olarak vazife
yapan Halil Bey, 7 si oğlan biri kız olmak üzere 8 çocuk sahibidir.
Çocuklarından ilki unlu Hamit'li Rıza Bey'dir. Kurtuluş Savaşında Mustafa
Kemal'in önderliğindeki milli uyanışı boğmak isteyen İstanbul hükümeti,
Anadolu'daki bazı illerin valilerini bu iş için görevlendirmiştir. İstanbul
hükümetinden aldığı direktiflerle Ankara'ya donen Vali Muhittin, 1919
Eylülünün ilk günlerinde teftiş bahanesiyle Hacıbektaş’a gitmiş, Çelebi
Cemalettin Efendi ve Bektaşî babalarının Kuva-yi Milliye taraftarlığında
caydıramayacağın anlayınca Çorum'a geçerek forum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey
ile Kastamonu'daki 58 piyade alay komutam Mustafa Bey'i kandırmayı başarmıştı.
14 Eylül 1919 günü, İstanbul Hükümeti Dahiliye Nazırına bir bir telgraf
yollayan vali Muhittin, topladığı kuvvetlerle Ankara'nın basılabileceğini
bildiriyordu.
Ankara
valisi Muhittin Paşa'nın faaliyetlerinden haberdar olan Mustafa Kemal, Ali
Fuad Paşa'dan vali Muhittin'i tutuklamasını istemiş, Fuad Papa Hacıbektaş’a
giden valiyi Albay Osman'a takip ettirmişti. Kolordu Komutanlığına vekalet
eden Mahmut Bey'le haberleşen Fuad Papa, vali Muhittin'in mutlaka yakalanıp
Sivas'a yollanması gerektiğini bildirmiştir. (12)
Ankara'ya
dönme karan alan vali, Çorum'dan ayrılarak 19 Eylül 1919 da Sungurlu'ya gelmiş,
oradan da Keskin'e geçmişti. Keskin'le Elmadağ arasındaki Kılıçlarbeli'nde pusu
kuran Kırşehir’in Hamit köyünden oturan Kuva-yi Milliye reislerinden Hamit'li
Rıza Bey'in Müfrezeleri vali Muhittin'i tutuklayıp Sivas'a göndermiştir. (13)
1879
yılında Kırşehir’e bağlı Hamit köyünden dünyaya gelen ve amcasının kızı şemsi
hanımla evlenen Hamit'li Rıza Bey, Arapça-Farsça biliyordu. Rıza 8ey, 1919
Mebusan Meclisi seçimlerinde mebus çıkarak İstanbul’a gitmiş, Büyük Millet
Meclisinin Ankara'da açılması üzerine Kırşehir milletvekili olarak katılmış,
Milli Müdafaa Encümeni üyeliği görevinde bulunmuştur. Kardeşi Haydar Bey ile
birlikte beş yüz adamıyla Birinci İnönü Savaşına katılan Rıza Bey, bu savaşta
büyük yararlıklar göstermiştir. Savaş sonrası Rıza Bey'in adamlarından Hüseyin
ve Alişan adli kişiler Kırıkkale'nin Cerid Kalesi koyunu basıp hâlkın altın
ve kıymetli eşyasını gasbetmişlerdir. Köy hâlkı Ankara İstiklal Mahkemesine
başvurarak bu işi Rıza Bey'in yaptırdığını, ayrıca Rıza Bey'in Acı adli
çiftliğine katır satın almaya gelen doğulu kişilerin Şeyh Said'in adamları
olduğunu bu münasebetle Rıza Bey'in devlete isyan eden Şeyh Said'le işbirliği
yaptığı doğrultusunda şahitlik etmişlerdir. şevket Süreyya Aydemir cezaevinde
beraber kaldığı Rıza Bey'i özetle şu sözlerle tasvir eder. "Aslında bir
köylüydü. İri, heybetli, kara bıyıklı ve iyi huylu bir adamdı.... Padişahın
Ankara valisini kendisinin dağa kaldırdığını, Atatürk’e Ankara yolunu açtığını
ve onu Çankaya'ya kendisinin oturttuğunu söylerdi. (14)
Bir
müddet sonra Mustafa Kemal'in karşısındaki grupta yer aldığı iddiasıyla
suçlanan Hamit'li Rıza Bey, 11.1.1926 yılında huzursuzluk yaratan suçlarla itham
edilerek, Ankara İstiklal Mahkemesinin kararıyla idam edilmiştir. (15)
Düşündüğü
gibi konuşan, saf, başarıların siyasal ranta dönüştürmesini bilmeyen Hamitli
Rıza Bey, savaş sonrası vali Muhittin gibilerinin ihtiraslarının kurbanı
olmuştur. Derinlemesine incelenirse onun akibeti, bir Türkmen beyi olan
Dulkadırlı Şehsuvaroğlu Ali Bey'in akibetiyle benzerlik gösterir.
Şair
olan ve 1949 yılında vefat eden Hamit'li Halil Bey, oğlu Rıza Bey'in idamını şu
içli mısralarla dile getirmiştir.
Yalan
dünya senden lezzet almadım
Daim
ağu kattın aşıma felek
Her
daim ağlattın bir dem gülmedim
Hiç
bakmadın gözüm yaşına felek.
Rıza
Bey sehpada vasiyet etmiş
şu
mektubu evime versinler demiş
Uzatmış
urgana boynunu vermiş
Daha ak
düşmeden saçıma felek.
Asla
idamıma hiç üzülmeyin
Siz
beni de oldu diye bilmeyin
Kaleli
nesline selam vermeyin
Kalleşi
çıkardın karşıma felek.
El
bilir değilim haini vatan
İstiklal
uğrunda ilk adım atan
Şehit
olsun kalem zaptımı tutan
Yalan
yafta taktın döşüme felek.
Cumhuriyete
muhâlif bir iş görmedim
Alçaklıkla
namusuma leke sürmedim
Ailem
şerefine hâlel vermedim
Şehit
namazı düştü şanıma felek.
Demişler
isyana hazır duruyor
Şeyh
Said'e iştirake varıyor
Dört
alçak Kaleli şehit oluyor
Yalan
yafta taktı döşüme felek.
Yüz bin
felaketle günüm geçirttin
Nimet
deyi bana zehir içirttin
Yıktın
evim ta temelden göçürttün
Darbeler
indirdin başıma felek.
Türküm
Türk’ün imdadına yeterken
Adım
adım terakkiye giderken
Vatanıma
sadık hizmet ederken
Bu
idler gelmezdi düşüme felek.
Üç dört
alçak ittifak eylediler
Zamanında
bende yardım gördüler
Bir
isyana meyli vardır dediler
Bu
yalan gitmedi hoşuma felek.
Kuva-yi
Milliye'yi ben icat ettim
Beş yüz
atlı ile harbe ben gittim
Hilafet
valisin ben esir ettim
Bunları
yazın mezar taşıma felek.
Kardeşlerim
olduğumu bildirtmen
Şerefinizi
üstünüzden kaldırtman
Düşmanları
kendinize güldürtmen
Hainler
karıştı mime felek.
İnkılapta
hizmet aranmaz oldu
Hakikat
aranıp bulunmaz oldu
Kim
vurduya gitti bilinmez oldu
Vatana
bir Rıza aramak boşuna felek.
Suçlu
olsam buna razı olurdum
Elbet
hâlasıma çare bulurdum
İsteseydim
döğüşerek olurdum
Hilebaz
karıştı işime felek.
Yine
sarpa uğrattılar yolumu
Vatanıma
feda ettim oğlumu
Akibet
sehbada gördüm olumu
Haksızı
düşürdün peşime felek.
Dünya
bir fırıldaktır dönüyor
Hanümanlar
harap olup sönüyor
Olum
kuşu her kapıya konuyor
Zehir
kattın tatlı aşıma felek.
Halil
der inkılap sehpa kuracak
Takdiri
ilâhi böyle olacak
Rıza’nin
hizmetin vatan bilecek
Hiç
bakmadın gözüm yaşına felek. (16)
Silsüpüroğlu Mahir ve Karaca Bey
Cerit,
Silsüpür aşiretinden Hacı Hasan Bey'in oğlu Karaca, 1919'larda askerden firar
edip başına topladığı bir kaş adamıyla amcasının oğlu Mahir ile birlikte
eşkıyalığa başlamıştır. Kendisini takip eden müfrezelerden birini ayak
bileğinden vurmuş, müfreze Kırşehir’e oturulurken kan kaybından ölmüştür.
Karaca'yı bir türlü ele geçiremeyen yetkililer, Çerkezlerden ve Kürtlerden
bazı kişileri Karaca'nın atlısına katarak yakalamak istemiştir. Amcaoğlu
Mahir'in ikazlarına, Çerkezler bize bir şey yapamaz deyip kulak asmayan
korkusuz Karaca Bey, Mahir ile birlikte dürbünle etrafı kolaçan ettiği bir
sırada Kırşehir Karahıdır köyü yakınlarındaki Buzluk dağında bu Çerkezler
tarafından arkadan vurularak öldürülmüşlerdir. Karaca'nın vurulduğunu gören
atı cenazelerin yanına kimseyi yaklaştırmadığı için devlet, atını vurduktan
sonra cenazeleri Keskin'e getirmiş ve asker kaçağı olduğu için cenazeleri
ailelerine vermemiştir. Avanoğlu köyünden bir kişi Karaca Bey'in yüzük ve
köstekli saatini taşıdığı için, adi bu olaya karıştığı gerekçesiyle, Karaca'nın
kardeşi Fakı Mehmet tarafından köyünden alınarak köy çıkışında vurularak
öldürülmüştür. Karaca ve Mahir için yakılan ağıt:
Şu
görünen kahpe Buzluğun dağı
Al kana
boyanmış köyneğin ağı
Vurulmuş
diyorlar Hamit'in beyi
Alman
vurdular ona yanarım.
Sabahleyin
kalktım yerler alaca
Satın
al atımı verin ilaca
Biri
Mahir idi, biri Karaca
Alınan
vurdular ona yanarım.
Bir
odası vardır boyraza karşı
Şen
olur Karaca beyin gezdiği çarşı
Nerde
Karaca'nın Mahir'in naaşı
Alınan
vurdular ona yanarım.
Maşallah
mıskasın boynuna takmış
Çifte
mavzerini dalma asmış
Kırşehir,
Keskin seyrine çıkmış
Hamitli
beyini vurdular ona yanarım.
Sabahleyin
kalktım yerler yaşımış
Dürbününü
boğazında taşımış
Seni
vuran Çerkez ne kalleşimiş
Alınan
vurdular ona yanarım.
Atlarım
bizim ata kattılar
Tüfekleri
çalılara takdılar
Karaca'mı
Mahir ile vurdular
Alınan
vurdular ona yanarım.
Sicim
bıyık, kara kaşın eğerek
Her
indiği yerde kuzu yiyerek
Çerkezler
vurmuşlar beyim diyerek
Alınan
vurdular ona yanarım.
Dünyada
iltifat etmen Çerkeze
Gâyet
kalleş olur koyman merkeze
Gafil
ölüm tesir etti herkese
Alınan
vurdular ona yanarım.
Teyzen
döşşek döksün, bibin de yorgan
Seni
vuran Çerkezlerde sizlere kurban
Daha
evlenmedi Karaca'm ergen
Alınan
vurdular ona yanarım.
Kuzu
bizim amma bize vermezler
Aradaki
muzuları görmezler
Yiğitlerin
kıymetini bilmezler
Alınan
vurdular ona yanarım.
Üç
kağnıyı arka arkaya düzdüler
Karaca'mın
tebdilini bozdular
Çukurları
mezar diye kazdılar
Alınan
vurdular ona yanarım.
Çerkezler
de pusu kurmuş başıma
Hiç
acımaz kurşun atar peşime
Kadınlar
ağlaşır vurur döşüne
Alınan
vurdular ona yanarım.
Mavlâm
kahreylesin Çerkez surusun
Hiç
komasın şu alemde birisin
Elleri
kırılsın, kani kurusun
Alınan
vurdular ona yanarım.
Söyleyin
Silsüpür beyleri gelsin
Bulsun
Çerkezleri ahımı alsın
Aşiret
ağlasın yavrular yansın
Alman
vurdular ona yanarım. (17)
Karalı
haber de köye duyuldu
Aşiretler
bar araya derildi
Gıran
geldi bizim beyler kırıldı
Doldur
mavzeri de çalam düşmana
Emmim
oğlu düşmeyelim pişmana
Yılanlı
deresi on sekiz koyak
Karaca'm
açmadı bar telli duvak
Alişan
Bey derki Karacayı bulak
Doldur
mavizeri çalam düşmana
Düşmeyelim
emmim oğlu pişmana.
Beyleri
vurmuşlar derbent başında
Karaca'm
da daha yirmi üç yaşında
Birinin
alnında birinin döşünde
Doldur
tüfengi de çalam düşmana
Emmim
oğlu düşmeyelim pişmana.
Mahir
Bey'de Karaca'nın menendi
Yiğit
idi Çerkezlere güvendi
Mevtayı
görünce kalbim inandı
Doldur
tüfenğimi çalam düşmana
Emmim
oğlu düşmeyelim pişmana.
Silsüpüroğlu Yusuf Bey
Hamitli
Rıza Bey'in oğlu Yusuf Bey, Fransa'da tahsil gördükten sonra yurda dönmüş,
İstanbul’da şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşlarıyla siyasi çalışmalardan
bulunmuştur. Yusuf Bey, bir müddet takipten sonra güvenlikte sorumlu kişiler
tarafından komünizm suçlaması ile göz altına alınır. Gözaltındaki sorgulama
sonrasında gördüğü işkence nedeniyle hastalanır. Serbest bırakılınca Keskin'e
ailesinin yanına gelir. Kısa bir sure hasta yattıktan sonra 22 Mayıs 1945
yılında ölür.
Oğlu
Rıza Bey'in idamı, Torunu Yusuf Bey'in ani olumu, Silsüpüroğlu Halil Bey'i
derinden sarsmıştır. Halil Bey, torunu Yusuf Bey için şöyle ağlamıştır.(18)
Derûnumda
alev ateş yanıyor
Yangıyı
yangıya kattı da gitti
Göz
bebeğim bir ocaktı sönüyor
Aklımı
başımdan aldı da gitti.
Böyle
imiş mukadderin yazısı
Hiç
çıkarmı yüreklerden sızısı
Riza’dır
babası, Yusuf kuzusu
Derdime
dertleri kattı da gitti
Viran
bağlarda bülbüller ötmez
Hayali
asla karşımda gitmez
Yusuf
her ülkede türeyip yetmez
Silsüpür
şerefini aldı da gitti.
Halil
doksan sene hayatta durdum
Nice
türlü türlü felaket gördüm
Samur
kürklü, kom bıyıklı yiğitler verdim
Yusuf
hepisine baş oldu gitti. (19)
Silsüpüroğlu Doğan Gürbüztürk
Urfa,
Viranşehir Kaymakamı Doğan Gürbüztürk, Kırşehir Hamit köyünde oturan Türkmen
Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Hüseyin Bey'in oğludur. (1) Viranşehir
Kaymakamı iken, arazi bölüşümündeki çıkar ve rüşvet ağının çökertilmesi için
mücadele ettiği bir zamanda 21.5.1967 pazar günü saat 16 sıralarında muammalı
bir şekilde ölmüştür.(20)
İlçenin
Savcısı İbrahim Sönmez'in, Gürbüztürk'ün ölümünden sonra zamanın Adalet Bakanı
Hasan Dinçer'e çektiği telgrafta şöyle demektedir.
-
"Dürüstlük timsali hümanist insan örneği ideal arkadaşım kaymakam Doğan'ı
kaybettik. Doğan ve ben gücümüz nispetinde yedirmemeğe çalıştık. Olaylara
bizzat kendimiz koştuk. Bir aile geçimsizliği yüzünden gerçi o intihar etti,
onu intihara çevresi sürükledi. O idarenin ben Adliyenin şerefini koruduk,
sizden tek isteğim bir ağabeyimiz olmanız hasebiyle bu kötü çevreden beni
kurtarmanızdır. Üç gündür gözyaşları içinde uykusuz ve huzursuzum.
Hürmetlerimle." (21)
Etiketler:
tarih